ŞEHİDİMİZ DR.YÜZBAŞI DİMİTRİ ve GÂVUR KİMLİĞİ

Osmanlı İmparatorluğunun en önemli kurumlarından Teşkilâtı Mahsusa’nın (Bu günkü Özel Kuvvetler ve Mit birleşimi bir kurum) başında bulunan Eşref Kuşçubaşı der ki:
Şu gerçeği tarih önünde tekrarlamak isterim: Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yaşayan bütün Rumlar, Ermeniler ve Yahudiler asla hain değillerdir.
Aralarında öz ve halis Türk kadar bu topraklara bağlı, hatta daha ileri hizmetlerle bu topraklar için seve seve ölmüş ve ölecek insanlarımız çıkmıştır.
En nazik ve buhranlı günlerde, bir çok Ermeni ve Rum vatandaşımızdan en vatanperver Türkleri gıpta ettirecek yakınlık ve hizmet görmüşüzdür. Bakanlık dahil, en üst düzey görevlerde bulunmuşlardır.
Bu ahlâk sahibi insanlar, bizlerle birlikte gülmüş, beraber ağlamışlardır

Yukarıdaki sözler, dönemin hem Milli İstihbarat Kurumu ve hemde bugünkü bordo bereli Özel Harp Komutanlığı kuruluşlarını bir arada tutan Osmanlı Teşkilatı Mahsusa kuruluşunun en başındaki en yetkili devlet adamının sözleridir. Bu sözler kulak ardı edilemez.
Emekliliğinden sonra M.Kemal’in isteğiyle Kuvvayı Seyyare Birliğini kurup başına geçen Assubay (K.Zabit) Çerkes Ethem ile birlikte, Atatürk‘ün can yoldaşı Assubay Kılıçali de bu özel birlikten yetiştiler, yurt dışında özel çarpışmalara girdiler. Böyle bir kurumun başındaki subayın bildikleri yabana atılamaz.

Çanakkale savaşında karşımızdaki düşman askerlerinin içinde, bize kurşun sıkan Müslüman ve Yahudi askerler de vardı.
Bizim askerlerimizin arasında da düşmana kurşun sıkan Rum, Ermeni, Süryani kökenli Türk askerleri ile, kökeni de Türk asıllı olan hıristiyan ve musaviler de vardı.
Bunların hepside müşterek vatanımız için canlarını verdiler.
Ruhları şad olsun, mekanları cennet olsun.
  Şimdi gelelim Dimitri Yüzbaşımıza;
Dimitri Yüzbaşı Çanakkale Savaşında Alay Tabibi ve Sıhhiye Taburu Kumandanı idi.
Alayımızda kendi dindaşlarından olan daha yüzlerce savaşçı askerlerimiz vardı.
Doktor Dimitri Yüzbaşı’mız, haysiyetli Rum Kökenli bir Türk Subayı olarak, titizlikle görevini yapıyor, yaralı askerlerimizi tedavi ediyordu.
Bu Kahraman Yüzbaşı Hastane çadırına yakın bir yere düşen bir top mermisinin şarapnel parçasının isabet etmesi ile yaralandı.
Devamlı yanında görev yapan sıhhiye çavuşuna;
oğlum, ben ölürsem beni gâvur diye sakın başka yerlere gömmesinler, beni burada yatan karma şehitlerimizin yanına gömün, yoksa gözüm arkada kalır diyordu.
Ama şükür ki Dimitri Yüzbaşı iyileşiyor ve görevine devam ediyor.
Bir süre sonra yanındaki sıhhiye erinin şehit olduğuna kendisi şahit oluyor.
Daha sonra kendisi yine bir isabetle yara alıyor.
Bu sefer yarası ağırdır.
Komşu alayın doktorları çırpınıyor, ama ümit yok gibi.
Ümit yok olduğunu mesleği gereği kendisi de biliyor.
Bu sefer emrinde hemşehrisi sıhhiyeci Ali Çavuş vardır.
Bir ara komadan ayıldığında başında bekleyen Ali Çavuşa Aman Ali çavuş’um, öldüğümde sakın beni gâvur diye başka mezarlığına götürmesinler, beni burada kucağımda vefat eden diğer şehitlerin silah arkadaşlarımın yanına gömün, sana güveniyorum” diyor.
Ali Çavuş, ağladığını belli etmemeye çalışıp, “Kumandanım, dur hele, sen iyileşcen, zaferi kazancaz ve birlikte memlekete gitcez, dur hele” diyor.
Dr.Yüzbaşı Dimitri,evladım inşallah senin dediğin olur, ama ben ölürsem dileğimi kumandanlarıma ileteceğine söz ver” der, sözü alır.
Bir süre sonra çeşitli rivayetler duyulur:
BİRİNCİ RİVAYET : Şehit olur, Kumandanları, şehidimizin vasiyeti gereği oradaki diğer şehitlerimizin yanına defnederler. Askerlerin çoğu kendi dindaşlarıyla gömülmek isterler. Kumandanlık bu isteğe saygı duydukları için her dinden şehitleri bir arada defnediyorlardı. Yüzbaşı Dimitri aksini istediği için, o isteği de yerine getirildi.

İKİNCİ RİVAYET : Dimitri Yüzbaşımız burada şehit olmamış, Yüzbaşı gerideki askeri hastaneye gönderilmiş, iyileşip doğu cephesine atanmış ve orada Ruslarla olan savaşlara katılmış.
Yüzbaşı Dimitri savaş bitince iyileşip Erzurum Mareşal Çakmak Askeri Hastanesine tayin olmuş, oradan tekrar Sarıkamış Savaşına katılmış, paşa olmuş, Bayburtta yaralanıp şehit olmuş ve orada defnedilmiş.
Şehit olduğunu duyan Çanakkale‘deki eski komutanları, çok sevdikleri bu subayımızın temsili bir mezarını da Çanakkale‘de, kendi kucağında şehit olan mehmetçiklerin yanına yaptırmışlar.

Bu büyük asker, her ne şekilde ölmüş olursa olsun, Türk Ulusunun büyük bir şehididir. Allah nur içinde yatırsın.

Burada çirkin olan GÂVUR sözcüğüdür. Gâvur ne demek?
Gâvur sözcüğü, nedense müslümanlar arasında müslüman olmayan anlamında kullanılmaktadır.
Ama aslında öyle demek değildir, bizden olmayan demektir, bize kurşun sıkan herkes gâvurdur.
Bu sözcüğün dinsel anlamda kullanılması yanlıştır. Ama sadece bizde değil, Yunanlı dahil, bütün komşularımız da bize GÂVUR diyor, bizde onlara GÂVUR diyoruz. Yunan’lı Bulgar’a, Bulgar Yunan’a “gâvur” diyor.
Biz bizimle savaşan müslümsnlara “GÂVUR” diyoruz. İran müslümanları ile savaştığımızda da biz onlara, onlar da bize “GÂVUR” diyorduk.
Yani, karşımızdaki müslümana da Gâvur dedik.
Hatta mahallede müslüman olan karşı komşumuzla kavga edince onlar gâvur insanlsar dedik.
Ama kanıyla canıyla her şeyiyle Türk, sadece dini islam değil diye, öz kardeşimize de GÂVUR dedik.
Ne hakla?
Belki de o senden daha yurtsever bir Türk olamaz mı?
Öyleyse GÂVUR, sadece savaşta karşımızdaki düşmandır.
Yanlız şu da bir gerçek ki; Türkiye’de olsun komşu ülkelerde olsun, mükemmel eğitim görmüş saygınlığı yerinde olan hiç kimse bu “GÂVUR” sözünü asla ağzına almamıştır.

Bizim kısaca “Dimitri” diye çağırdığımız Dimitroyati Yüzbaşı asla GÂVUR değildi, KARDEŞ idi, CAN idi, CANDAŞ idi, Komutan idi, İlaç idi, Derman idi. Tedavi ettiği, saçlarını okşayıp sevdiği, yüzlerce müslüman, İsevi ve  Musevi askerimizin gurbetteki babası idi.

Onlar gibi şehitlerimiz sayesinde dinimizi yaşıyoruz, topraklarımızı yaşıyoruz, devletimizi yaşıyoruz. Dimitri paşamızın torunları Varujan kardeşimiz, Yorgo komşumuz da aramızda yaşıyor.
Osmanlının son 100 yılındaki belgeleri incelerseniz, vatan uğruna ölen gayrimüslimlerin hepside, diğer şehitlerimiz gibi ŞEHİT olarak kaydolmuş, işlem görmüş, maaş bağlanmış arkalarından ağlanmış, bu mübarek insanlara GÂVUR demek, aslında bunu diyenin gerçek GÂVUR, hatta “GÂVURUN DANİSKASI KENDİSİ olduğunu itiraf etmek değil midir?

            GÂVUR İLE İLGİLİ GÜZEL BİR ANI
İsmini hatırladıklarımdan Sofoklis MİNOPOLOS, Ardaş ERMENYAN, Bensiyon BAHAR- Yorgo, Artin, Moiz adlarında çok kıymetli, yurtsever askerlerim vardı.
Bensiyon Tabur Yazıcısı, Yorgo Kantinci, kısaca SOFİ dediğimiz Sofoklis Komutan Şöforu idi.
SOFİ” Vazifesine bağlı çok terbiyeli bir askerdi.
Benim arkalarında olduğumu bilmeden bir arkadaşıyla konuşmalarına tanık oldum.
Arkadaşı Onbaşı Sofoklis’e adıyla değil, “Gâvur” diye hitabederek sofrasına davet ediyordu, Sofi’nin ise hiç itirazı olmadığını, gülerek şakalaşarak yanına oturduğunu gördüm.
Her ikisini de yanıma çağırdım, “Siz birbirinize düşman mısınız ki “GÂVUR” hitabesini kabul ediyorsunuz?” diye sordum.
Art niyet olmadığını ve çok iyi anlaşan iki arkadaş olduklarını öğrendim.
Onbaşı Sofoklis MİNAPOLOS ara sıra Yunanistan‘daki akrabalarını ziyarete gittiğinde orada da, kırsal kesimde ikamet edenlerin bize “GÂVUR” anlamında bir sözcük kullandıklarını söyledi.
Ama aydın kesimde bu kelime hiç kullanılmazmış. Bizde de öyle.
Ertesi günü içtimada tekmil aldıktan sonra, gayrimüslim kahramanlarımızı görev bahanesiyle oradan uzaklaştırdım.
“GÂVUR” meselesini dile getirdim.
Asil bir müslümana yakışan davranış ve hitap tarzı ne olmalıydı?
Asil bir Türk’e yakışan lakaplandırma nasıl olmalıydı?
Hangi davranış tarzı artı, hangisi eksidir?
Hangisi bizi birbirimize daha güvenli ve sevgili kılar?
Bunların muhasebelerinin yapılıp, buna göre kendilerini yakıştırdıkları yere koymalarını istedim.
Bir kaç ay sonra odama bir sivil geldi, bu gelen dünkü Onbaşı Sofoklis MİNAPOLOS idi, vedalaşmaya gelmişti, terhis oluyordu, İstanbul Karaköy’de sıhhi tesisatçı dükkanı olan kalp hastası muhterem babası Hristo MİNAPOLOS‘a kavuşacaktı.
Bana şöyle dedi Komutanım sizi hiç unutmayacağım, beni içtimadan göreve göndermek bahanesiyle uzaklaştırıp, arkadaşlarıma yaptığınız konuşmadan sonra hiç kimse bana GÂVUR demedi. Ben de bundan sonra kimseye GÂVUR demeyeceğim, çok mahçubum.
Her yerde Rum kökenli bir Türk olmaktan iftihar ettiğimi söyleyeceğim deyip, beni kucaklayıp veda edip gitti.
Sofoklis’e Allah selamet versin. Çok iyi bir askerdi.
Sevgili okuyucularım, savaşta olsaydık Sofi’de, Şehitlikte Dimitri Paşa‘mız gibi vasiyet edebilirdi.
Karşılıklı güvene dayanan sevgi ve saygı, ne kadar güzel duygu değil mi?
Hangi dinden, soydan ve milletten olursa olsun, aydın bir insan, asil bir insan, asla hiç kimseye GÂVUR demez. Utanır. Çok utanır.
Tanrı’mız bizi cahillerin şerrinden, dostlarımıza, kardeşlerimize GÂVUR diyen “GERÇEK GÂVURLAR”dan korusun.
            Aptullah Esirci